
Rabbinizden olan
bir mağfirete ve cennete (kavuşmak için) 'çaba gösterip-yarışın,'
ki (o cennet) genişliği gök ile yerin genişliği
gibi olup Allah'a ve Resûlü�ne iman edenler için
hazırlanmıştır. İşte bu, Allah'ın fazlıdır ki, onu
dilediğine verir. Allah büyük fazl sahibidir. (Hadid
Suresi, 21)
Birçok kimsenin hayalinde cennet, bulutların içinde,
bir sis perdesinin ardında, beyaz rengin hakim olduğu,
aydınlık, fakat puslu bir rüyalar alemidir. Cennete
girmeye hak kazanan insanlar ise yüzlerinde saf bir
tebessüm ve uykulu gözlerle bulutların üstünde uçuşan
ve bununla mutlu olan insanlardır. Bazı kişilere göre
ise yalnızca yeşilliğin, kırların ve çayırların bulunduğu,
kuzuların otladığı, insanların ağaçların altında oturup
önlerinden akan dereleri seyrettikleri yeşilliklerdir.
Bu cahilce anlayışa göre cennet, her ne kadar huzurlu,
sakin, güvenli de olsa, sonsuz bir hayat düşünüldüğünde
monoton ve sıkıcı bir yer olarak düşünülmektedir.
Bu kavrayış yetersizliğinin en önemli
sebebi, kişinin Kuran'da anlatılan gerçeklerden ve
Kuran'ın müminlere kazandırdığı akıl ve ferasetten
yoksun olmasıdır. Hem bilmeyen hem de akledemeyen
bir insan ise, kuşkusuz konuları derinliğine düşünemez,
birtakım incelikleri kavrayamaz, gerekli bağlantıları
zihninde kuramaz. Sonuçta da sağlıklı ve gerçekçi
değerlendirmeler yapamaz. Dolayısıyla dünyevi konularda
olduğu gibi, ahiretle ilgili konularda da, Kuran ayetlerini
bilmeyen ve müminlere has akletme kabiliyetine sahip
olmayan gaflet ehlinin zihnindeki cennet anlayışı
yukarıda verdiğimiz örneklerin ötesine geçemez. Elbette
böyle puslu ve Kuran'da bildirilen gerçeklerden uzak
bir ahiret anlayışı, Kuran'da kastedilen "ahirete
iman"a benzememektedir.
Dikkat edilirse bu çarpık inanca
sahip olanları inkarcı değil, "gaflet ehli"
olarak tanımladık. Çünkü inkarcının zaten, çarpık
veya normal herhangi bir ahiret inancı yoktur. Gafletteki
insan ise kendini Müslüman olarak görebilir. Ahiretin,
cennetin, cehennemin varlığını da hiç düşünmeden,
çevresinden duyduğu şekliyle kabul edebilir. Fakat
böyle bir iman, Kurani bir bilinç, sağlam bir tefekkür
ve manevi bir derinliğe dayanmadığı için ufak bir
farklı düşünce, fitne, vesvese ya da şüphede sarsılıp,
kolaylıkla yıkılabilir. Müslümanlığı bir namus meselesi
veya bir ulus ya da aile geleneği şeklinde algılayan
ve kendilerini inançlı bir insan olarak gören pek
çok kimsenin durumu da bundan farklı değildir. Ayetlerde
bu sapkın anlayışa sahip insanlar hakkında pek çok
örnekler verilmiştir. Bu tür kimseler,Kuran'da "kesin
bilgiyle inanmayanlar", "Allah'a bir ucundan
kulluk edenler" ve "kalplerinde hastalık
olanlar" şeklinde tanımlanırlar.
İnkarın insanlar arasında yaygınlaşmasını
ve Kuran'da anlatılan gerçeklerden uzaklaşmalarını
arzu eden bir kısım inkarcılar da, toplumda yaygın
olan bu tür çarpık ahiret anlayışlarını, özellikle
de cennet hakkındaki ilkel bakış açılarını derleyip,
din ve Müslümanlar aleyhinde kullanırlar. Bu kişiler
kıyamet, cennet, cehennem gibi konuları, toplum içinde
yaygın olan kanaatler doğrultusunda, ilkel ve batıl
kalıplara sokarak bir alay ve eğlence konusu haline
getirirler. İnsanları Kuran ahlakından uzaklaştırmak
için Müslümanları, sonsuz hayatları için yukarıda
tarif ettiğimiz şekilde bir cennet beklentisiyle mutlu
olan küçük ve basit zevklere sahip, estetik, sanat,
zenginlik, ihtişam, teknoloji, konfor, refah, lüks
gibi kavramlardan habersiz, yeme, içme, cinsellik,
giyinme, eğlenme gibi konulardaki zevkleri belli sınırlarda
olan dar kalıpları aşamayan, geri kalmış kimseler
olarak lanse ederler. Bu suretle insanları İslam'dan
ve Müslümanlardan mümkün olduğunca soğutmaya çalışırlar.
Halbuki bu düşünceler, toplum içinde
hakim olan yanlış anlayışlara, geleneklerden gelen
çarpık düşünceleri yansıtmaktadır. Çünkü Allah'ın
Kuran'da inanan kullarına vaat ettiği cennet, insan
aklının kavramakta zorlanacağı bir güzelliğe sahiptir.
Kitabın ilerleyen bölümlerinde de Kuran ayetleri doğrultusunda
inceleyeceğimiz gibi, cennet inkarcıların bu yakıştırmalarından
çok uzaktır. Ahiret de, inkar edenlerin zihinlerinde
canlandırdıkları ve kendi akılsızlıklıklarının ürünü
olan ilkel düşüncelerinin çok ötesindedir.
Ancak asıl önemli olan Allah'ın varlığına
ve ahiret gününe iman ettiklerini söyleyip, inkar
edenlerinkine benzer cennet, cehennem ve ahiret anlayışlarına
sahip insanların varlığıdır. Şu iyice bilinmelidir
ki, Kuran'dan habersiz, kulaktan dolma, "atalarından
gördüğü" bir dine uyan kimsenin dini ne kadar
bu gerçeği kendine kondurmak istemese de gerçek İslam
dini değildir. İnsanların ürettikleri, yıllardan beri
süregelen çarpık düşüncelerin şekillendirdiği farklı
bir dindir ve bu din de İslam aleyhinde propaganda
yürüten inkarcılar tarafından Müslümanların aleyhinde
kullanılmaktadır. Bu dini gerçek İslam gibi göstererek,
İslam'a yönelik asılsız iddialarda ve saldırılarda
bulunmaktadırlar.
Cennet dünyaya çeşitli yönlerden
benzemekle birlikte dünyanın kat kat daha üstün kusursuz
ve eksiksiz olanıdır. Üstelik ölümden sonra insanı
bekleyen iki sonuçtan biridir ve hiç şüphesiz bunun
elde edilmesi için büyük bir uğraş gerekmektedir.
O halde kişinin yapması gereken, samimi bir kalple
Rabbine teslim olması, sahip olduğu tüm batıl inançları
terk edip Kuran ayetlerini eksiksizce yaşaması ve
tüm hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye
çalışmasıdır. Aynı zamanda cennetin varlığı ile ilgili
düşüncelerini de iyice netleştirmeli ve Kuran ayetlerinde
cennet hakkında bildirilen doğru bilgileri bir an
önce öğrenmelidir.

Nimet ve Bolluk
Kitabın ilerleyen bölümlerinde Kuran'da
tarif edilen cenneti inceleyecek, ayetlerde yapılan
tasvirlerden yola çıkarak, bu muhteşem mekanı kavrayabildiğimiz
kadarıyla gözümüzde canlandırmaya çalışacağız. Ancak
bundan önce değinilmesi gereken bazı önemli noktalar
var. Cennet konusundaki bazı yanlış inanışlar ve izlenimler
birçok insanın aklında ya da bilinçaltında bu konuya
doğru bakmalarını önleyen engeller oluşturmuş durumda.
Bu engeller nedeniyle, asıl anlamlarından saptırılmış
bazı temel İslami kavramları Kuran'a göre yeniden
tarif etmek gerekiyor.
Burada bu amaçla yapılması gereken
ilk iş, nimet ve sefahat kavramlarını birbirinden
ayırt etmektir.
İlerleyen sayfalarda, Kuran'da tarif
edilen cennetin son derece "lüks" ve ihtişamlı
bir mekan olduğunu göreceğiz. İçinde yaşanan hayatın,
olabilecek en konforlu, en göz alıcı, en müreffeh
hayat olduğuna şahit olacağız.
Oysa bugün bazı insanların pek çok
insanın gözünde, bu tür bir hayat pek de "İslami"
bir hayat değildir. Aksine, bu tür bir yaşam tarzının,
Allah'tan ve dinden uzaklaşmanın doğal bir sonucu
olduğunu düşünürler. En açık ifadeyle, bu hayat "sosyetik"
bir hayattır. Bu nedenle de lüks içinde yaşayan toplum
kesimine "sosyete" adı verilir. Bu "sosyete"nin,
toplumun dine en uzak kesimlerinden biri olduğu ise
açıktır.
İşte toplumda hakim olan bu yanlış
anlayış nedeniyle, pek çok kişi, konforlu, lüks, gösterişli
bir yaşamı ve bu yaşamın unsurlarını "gayriİslami"
bulur. Bunlar, örneğin; kaliteli giyecekler, zengin
ve gösterişli sofralar, eğlenceler, şölenler, ihtişamlı
ve süslü evler, dekoratif mekanlar, değerli sanat
eserleri vs., dinden kopmuş gafil insanlara ait şeyler
olarak görülür. Bunlarla dolu bir hayat da, genellikle
"sefahat" olarak tanımlanır ve bu şekilde yaşayan
kişiler yerilirken "sefahat içinde azgınca yaşayanlar"
olarak adlandırılırlar. Sefahat, Arapçada "sefih"
kelimesinden türemiştir ve bu kelime, bir tercümeye
göre, "servet ve refah içinde sorumsuzca yaşamaktan
dolayı azma, şımarma, aklın zaafa uğraması" anlamına
gelir.
İşte aşılması gereken bir yanlış
anlama, bu noktada ortaya çıkmaktadır. Halk arasında,
hatalı olarak, "sefih" kavramıyla bir tutulan
bazı şeyler, örneğin lüks ve gösterişli evler, kıyafetler,
sofralar, eğlenceler, şölenler cennetin temel özellikleri
arasındadır. Oysa Allah'ın kulları için seçip beğendiği
cennet hayatı her türlü lüksü, konforu, gösterişi
içinde barındırmakla birlikte, olabilecek en güzel,
en asil, dine en uygun olan hayat tarzıdır.
Yanlış anlamaya yol açan şey, sefahatin
tanımının yanlış yapılmasıdır. Sefahat, yani Allah'a
isyan ederek azıp şımarmak, insanın zihninde gerçekleşen
bir şeydir. Kelimenin çağrıştırdığı maddi ortamla
ise doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bir başka deyişle,
birtakım insanları "sefih" kılan özellik,
içinde yaşadıkları zengin ve gösterişli mekanlar değildir.
Sorun, giysilerde, gösterişli evlerde, estetik mekanlarda,
kısacası maddi zenginlikte değil, insanların zihnindedir.
Bu durumun doğal sonucu ise şudur:
Bir insan, eğer Kuran ahlakını yaşıyorsa ve güçlü
bir imana sahipse, son derece büyük bir zenginlik
ve ihtişam içinde bulunabilir, ama bu asla onu "sefih"
kılmaz. Aksine, karşılaştığı herşeyi Kuran ahlakıyla
ve Kuran kıstasları doğrultusunda değerlendirdiği
için etrafındaki güzellikleri birer "nimet" olarak
görecektir. Bir şeyin nimet olarak görülmesi demek,
onu Allah'ın verdiğinin farkında olunması demektir.
Dolayısıyla bir Müslüman çevresindeki zenginlikleri,
güzellikleri, gösterişi ve ihtişamı Allah'ın verdiğini
bilirse, doğal olarak bunun karşılığında Rabbimiz'e
şükredecektir.
Bu genel mantığı, günümüz toplumlarına
uyarlarsak şunu söylememiz gerekir: Bugün Allah'ın
hükümlerine yüz çevirerek sefih bir hayat sürenler,
ellerinde bulundurdukları imkanları birer nimet olarak
görmedikleri için sapmış durumdadırlar. Eğer onları
birer nimet olarak görselerdi, bu onların Allah'a
şükretmelerini sağlardı. Ve o zaman bu nimetlerin
kullanımında da Allah'ın gösterdiği yolu izler, yani
israftan kaçınır ve Allah'ın rızasına uygun biçimde
harcama yaparlardı.
Dolayısıyla, karşımıza iki ayrı zenginlik
tanımı çıkmaktadır. Bir kısım zenginler iman etmişlerdir
ki, ellerindeki imkanları birer "nimet" olarak görürler.
Bir kısım zenginler de fasıklardır ki, ellerindeki
imkanları sahiplenir, Allah'ı unutur ve sefahate dalarlar.
Allah'ın tüm mümin kulları için tavsiye ettiği model
ise, birincisindeki zenginliktir. Ancak zenginlik
de fakirlik de müminler için dünya hayatında bir denemedir.
Müminler bir imtihan vesilesi olarak dünyada fakirlik
de çekebilirler. Allah Kuran'da, "Biz ise, yeryüzünde
güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler
yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz" (Kasas Suresi,
5) şeklinde buyurmaktadır. Allah'ın bu vaadi, dünyada
da gerçekleşebilir, ancak ahirette kesin olarak gerçekleşecektir.
İşte tüm bunlardan ötürü bazı Müslümanların
ihtişamlı, lüks ve gösterişli bir yaşamı suçlayarak,
ondan çekinerek, hareket etmeleri son derece yanlış
olur. Çünkü söz konusu yaşamın tüm maddesel içeriği
-güzel kıyafetler, lezzetli yiyecekler, ihtişamlı
evler, sanat eserleri vs.- zaten iman edenler için
yaratılmıştır. Allah Araf Suresi'nde bu gerçeği iman
edenlere şöyle bildirmektedir:
�De ki: �Allah�ın
kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları
kim haram kılmıştır?� De ki: �Bunlar, dünya hayatında
iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır�...�
(Araf Suresi, 32)
Nitekim Kuran�da iman
edenlere örnek olarak Hz. Süleyman�ın zenginliği verilmektedir.
Hz. Süleyman�a Allah çok büyük bir mülk vermiştir.
Kuran�da, Hz. Süleyman�ın sarayındaki ihtişam ve sanat
eserleri çok ayrıntılı olarak tarif edilmektedir.
(Sebe Suresi, 12-13, Neml Suresi, 44)
Ancak önemli olan, Hz. Süleyman�ın
tüm bu mülk ve ihtişam içinde Allah�a sürekli şükretmesi
ve tüm bunların Rabbimiz�den gelen birer lütuf olduğunu
bilmesidir. Kuran�da, Hz. Süleyman�ın �Gerçekten
ben, mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih
ettim...� (Sad Suresi, 32) şeklindeki sözü haber
verilirken, bu derin kavrayışa dikkat çekilmektedir.
Hz. Süleyman�ın hayatının anlatıldığı kıssalar bize
göstermektedir ki, �mal sevgisi� kavramı, yani zenginliğe
ve zenginliğin her türlü çeşidine karşı istek duymak,
Allah�ı zikretmeye vesile olduğu sürece, meşrudur.
Kuşkusuz bu tür bir �mal sevgisi�ne sahip olan mümin,
o malı Allah�ın gösterdiği yolda kullanmaktan ve harcamaktan
da çekinmeyecektir. Çünkü mal bir nimettir ve sahibi
de Allah�tır; dolayısıyla Allah Kuran�da nasıl emretmişse,
sahip olunan tüm mal ve zenginlikler de o şekilde
kullanılacaktır.
Ancak eğer mal, bir nimet olarak görülmez ise, o zaman
sefahat başlar. Kuran�da Allah, fasıklara ait olan
bu zenginlik anlayışına pek çok ayette örnek verir.
�Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir...�
(Kasas Suresi, 78) diyen ve �Şımararak sevince
kapılan...� (Kasas Suresi, 76) dönemin zenginlerinden
Karun bu yanlış zihniyete bir örnektir. Karun�daki
gibi bir mal sevgisi insanı Allah�a yaklaştırmaz,
aksine O�nun yolundan saptırır. Kuran�da, insanı Allah�a
imandan ve elçilerin bildirdiği gerçeklerden uzaklaştıran
mal sevgisinden şu şekilde bahsedilmektedir:
�Gerçekten insan, Rabbine karşı
nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. Muhakkak
o, mal sevgisinden dolayı (bencil ve cimri tutumundan)
çok katıdır.� (Adiyat Suresi, 6-8)
İşte bu nedenle de Müslümanların zenginliğe bakış
açıları, Kuran�da bildirilen bu ölçülere göre olmalıdır.
Müslüman Allah rızası için ve Allah�ın dinine hizmet
için zenginliği talep etmeli, Allah�ın var ettiği
tüm nimetlere karşı istekli davranmalıdır. Çünkü dünya
hayatındaki nimetler Allah�ın rızası için çaba sarf
eden, samimi ve ihlas sahibi kulları için yaratılmıştır.
İman edenlerin yapması gereken, tüm bu nimetlere sürekli
şükür halinde olmak, Kuran�da �... O, ne güzel
kuldu, çünkü o, (daima Allah�a) yönelip-dönen biriydi�
(Sad Suresi, 30) ifadesiyle tarif edilen Hz. Süleyman�ı
örnek almaktır.
Bir insan Kuran ahlakını gerçek manasıyla yaşayıp,
yukarıda tarif edilen bakış açısını elde ederse, cennete
girmeye de �layık ve ehil� olmuş olur. Cennetin en
önemli özelliklerinden biri, sonsuz bir ihtişama,
göz kamaştırıcı bir zenginlik ve estetiğe sahip olmasıdır.
Mümin, bu güzelliklerin içinde Sad Suresi�nde haber
verildiği üzere, �... gerçekten ben, mal sevgisini
Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim...� (Sad
Suresi, 32) diyen Hz. Süleyman gibi düşünecek ve hissedecek
olan insandır.
|