
Azap size gelip
çatmadan evvel, Rabbinize yönelip-dönün ve O'na
teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Rabbinizden,
size indirilenin en güzeline uyun; siz hiç şuurunda
değilken, azap apansız size gelip çatmadan evvel.
(Zümer Suresi, 54-55)
İnsanın Dünyada Yaşadığı Pişmanlık
İnsan hayati bir tehlike ile yüz
yüze geldiği zaman, vicdanı, şaşırtıcı bir hızla her
şeyin muhasebesini yapmaya başlar. Dünyada geçirdiği
ömrünü ve bu süre içinde yaptığı işleri bir bir değerlendirir.
Eğer bu kişi dünyada iyi işler yapmamış, Allah'ın
dinine uymamış bir kişi ise, o an içini büyük bir
pişmanlık kaplar. Çünkü dünyadaki yaşamı boyunca hiç
düşünmediği gerçekler, bir anda tüm açıklığıyla gözünün
önünde beliriverir. Belki de hayatında ilk defa, ölümün
gerçekte çok yakın olduğunun farkına varır. Dünyadayken
cenneti hak edecek bir yaşam sürmediğini ve yaşadığı
pişmanlık hissinin de bundan kaynaklandığını düşünüp
anlar. Allah'a karşı gösterdiği nankörlüğü fark etmiştir
ve bu tavrının karşılıksız kalmayacağını da vicdanıyla
çok iyi hissedebilmektedir. O ana kadar hiç yaşamadığı
yoğun bir korku içini kaplar. İçinde bulunduğu durumdan
kendisini yalnızca Allah'ın kurtarabileceğini anlar.
Eğer kurtulursa artık bundan sonra bu yaşadıklarını
kesinlikle hiç unutmayacağına, Allah'a çok şükredeceğine
ve hayatının geri kalan kısmını bu gerçeklere göre
düzenleyeceğine dair sözler verir. O anki tehlikeden
kurtulabilmek için yalvara yalvara Allah'a dua eder.
Yeter ki kurtulsun ve eline bir daha yaşama fırsatı
geçsin...
Ama kimi insan, içinde bulunduğu
tehlikeyi atlattıktan sonra, Allah'a verdiği sözüne
sadık kalmaz. Allah'ın kendisini kurtarması ile birlikte
bir anda eski ruh haline geri döner. Duyduğu pişmanlık
ve teslimiyet, yerini bir anda eski nankörlüğüne bırakır.
Ölümle burun buruna geldiğinde düşündüğü ve farkına
vardığı gerçekleri bir anda unutur. Tehlikeyi atlatmanın
verdiği güven içinde, sanki Allah'a dua eden ve o
pişmanlığı yaşayan kendisi değilmiş gibi Allah'tan
yüz çevirir. Eski yaşamına kaldığı yerden, belki de
dünyaya daha da bağlanarak devam eder. Allah bu kimselerin
ruh hallerini Kuran'da şu örneklerle açıklamıştır:
Karada ve denizde
sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz
zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken
ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir
rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir;
onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını
sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar
(muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar:
"Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak
Sana şükredenlerden olacağız." "Ama (Allah) onları
kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa
koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak
kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır.
Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size
haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)
Size denizde bir
sıkıntı (tehlike) dokunduğu zaman, O'nun dışında taptıklarınız
kaybolur-gider; fakat karaya (çıkarıp) sizi kurtarınca
(yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek nankördür. Kara
tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden veya
üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden
emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız.
(İsra Suresi, 67-68)
Ayetlerde de dikkat çekildiği gibi
acaba insan bu tehlikeyi atlattıktan sonra benzer
ya da bambaşka bir tehlikeyle karşılaşmayacağından,
karşılaşsa bile tekrar kurtulabileceğinden emin midir?
Elbette böyle bir şeyden emin olamaz. Üstelik tekrar
kurtulsa bile bir şey değişmez çünkü kendisi için
takdir edilmiş süreyi doldurduğunda mutlaka ölecektir.
O zaman da yine aynı pişmanlığı yaşayacak ama bu pişmanlık
fayda etmeyecektir.
Burada anlatılanlar, aslında dinden
uzak yaşayan tüm insanların sahip oldukları ortak
ruh halidir. Allah Kuran'ın başka ayetlerinde bu insanların
içinde bulundukları durumu bizlere şöyle haber vermektedir:
İnsana bir zarar
dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken
Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman
ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış
gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta
oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)
İnsanlara bir zarar
dokunduğu zaman, 'gönülden katıksız bağlılar' olarak,
Rablerine dua ederler; sonra kendinden onlara bir
rahmet taddırınca hemencecik bir grup Rablerine şirk
koşarlar. (Rum Suresi, 33)
Görüldüğü gibi ayetlerde tarif edilen
insanlar, bir sıkıntıyla karşılaştıkları an Allah'a
yönelirler. Ancak tehlikeden kurtulduktan sonra bir
anda Allah'a verdikleri sözü unutarak nankörlük ederler.
Buradan da anlaşılmaktadır ki, yaşadıkları pişmanlık,
tehlike anındaki çaresizliklerinden kaynaklanmaktadır.
Oysa en başta da belirttiğimiz gibi
inanan insanlara has, fayda getiren pişmanlık böyle
değildir. Gerçek pişmanlık, bir anda unutulmayan,
insanı harekete geçiren, hatta kimi zaman insanda
köklü değişiklikler meydana getirebilen bir duygudur.
Samimi bir pişmanlığı kalbinde hisseden kişi, hayatının
kendisine bağışlanan ondan sonraki bölümünü Allah'ın
rızasına uygun olarak yaşar ve Allah'ı bağışlayan
ve esirgeyen olarak bulmayı umar. Şartlar değiştiğinde
ve kendisine yeni bir fırsat tanındığında asla eski
tutumuna geri dönmez. Çünkü böyle bir nankörlüğün,
Allah'ın, ayetlerinde belirttiği gibi, kendi aleyhine
olacağını bilir.
Ayetlerde bildirilen, gemideki insanların
psikolojilerini Allah tüm insanlara bir ibret olarak
Kuran'da aktarmaktadır. Zira bu, her insanın nefsinde
bulunan bir eğilimdir. Öyleyse her insan nefsinin
bu olumsuz özelliğinden sakınmalı, ayetlerde tarif
edilen insanların durumundan ibret alarak samimi bir
vicdan muhasebesi yapmalıdır. Ve şunları düşünmelidir:
"Ben, buna benzer bir durumla karşı
karşıya kalsam nasıl bir ruh haline sahip olurdum?
Nelerden pişmanlık duyar ve bana isabet eden tehlikeden
kurtulduğum takdirde kendimde neleri değiştireceğime
dair Allah'a söz verirdim? Nelerden vazgeçer, hangi
kararlarımı samimiyetle uygulamaya başlardım?"
İnsanın bunları düşünmesi ve doğru
bir karar alması için mutlaka tehlike içinde olması
gerekmez. Hatta böyle bir tehlikeyle karşı karşıya
olmadığı için kimse aldanmamalıdır. Bugün böyle bir
duruma hiç düşmeyeceğini düşünen bir insan, belki
çok yakın bir zamanda benzeri bir olay yaşayacaktır.
Veya belki de hayatının sonuna kadar böyle bir olayla
karşılaşmayacaktır. Ama kesin olan bir şey vardır
ki, kendisi için takdir edilen ölüm anı gelip çattığında,
bir anda ölüm meleklerini yanında bulacaktır. Ve ölümün
gerçekliğini gördüğü anda, eğer Allah'ın rızasına
uygun bir yaşam sürdürmediyse mutlaka pişmanlığını
hissedeceği şeyler olacaktır.
İşte bu pişmanlıkla dünyada da, ahirette
de sonsuza kadar karşılaşmamak için yapılacak tek
şey, Allah'a yönelmek, O'ndan korkup sakınmak, O'nun
Kuran'da bildirdiği emirlerini yerine getirmektir.
Ölüm çok yakındır. O halde insan, yapacaklarını hiçbir
şekilde ertelememeli, aldığı samimi kararları da sabır
ve irade göstererek uygulamaya geçirmelidir. Allah'a
olan yakınlık ve samimiyetinin ölçüsü ise, çaresizlik
ve tehlike anında Allah'a katıksızca yönelip dönen
bir kimsenin eriştiği yakınlık ve samimiyet derecesinde
olmalıdır. Bu yakınlık ve samimiyeti de geri kalan
tüm hayatı boyunca sürdürmelidir.
İnsanın unutmaması gereken en önemli
gerçek şudur: Dünyada bulunmasının asıl amacı, Allah'ın
razı olduğu bir kul olmaktır. Bunun dışındaki her
şey, kazandığı başarılar, sahip olduğu mal mülk, ailesi,
çevresi, makamı Allah'a yakınlaşmak için yalnızca
birer araçtır. Bunların kendisine Allah'a şükretmesi,
O'na yönelmesi için verildiğini unutup veya göz ardı
edip, yalnızca bu araçları şuursuzca elde etmeyi amaç
edinenlerin ise dünyada yapmakta oldukları her şey
-Allah'ın dilemesi dışında- boşa çıkacaktır. Dünyada
elde ettikleri geçici faydalar bu kişilere ahiret
gününde hiçbir şey kazandırmayacaktır. Üstelik Allah
en çok böyle insanların hüsrana uğrayacaklarını bir
ayette şöyle açıklamaktadır:
De ki: "Davranış
(ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları
size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki
bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte
güzel iş yapmakta sanıyorlar." İşte onlar, Rablerinin
ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık
onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde
onlar için bir tartı tutmayacağız. (Kehf Suresi, 103-105)
Eğer insan dünyada sergilediği hal,
tavır ve ahlakıyla Allah'ın rızasını kazanırsa, Allah
onu dünyada ve ahirette koruyup gözetecektir. Ama
dünyadayken bu fırsatı kaçırırsa, daha ölüm melekleri
yanına geldiği anda artık telafi edemeyeceği bu korkunç
hatasının farkına varacak ve -Allah'ın dilemesi dışında-
sonsuza kadar sürecek bir pişmanlık içinde yaşayacaktır.
Allah Kuran'da, Kendi huzuruna çıktıklarında yaptıklarından
dolayı pişman olan insanların sözlerini şöyle bildirmektedir:
Der ki: "Keşke hayatım
için, (önceden bir şeyler) takdim edebilseydim." (Fecr
Suresi, 24)
"... Keşke Rabbime
hiç kimseyi ortak koşmasaydım." (Kehf Suresi, 42)
"... Ah keşke, elçiyle
birlikte bir yol edinmiş olsaydım," (Furkan Suresi,
27)
Yaptıklarından dolayı pişman olup,
çaresizlik içerisinde bu sözleri söylemek istemeyen
her insan, hemen şimdi, kendisini Yaratan Rabbimize
icabet etmeli ve O'nun kendisinden istediği şekilde
yaşamını sürdürmelidir.
Dünyadaki Pişmanlıktan
İbret Almak Gerekir
Dünya hayatı, insanların cennetteki
kusursuz ve sonsuz hayatı kazanabilmeleri için yaratılmış
çok önemli bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendiremeyip
dinden uzak yaşayan insanlar ise, biraz önce sözünü
ettiğimiz gibi, ahiretteki azabı gördüklerinde, dünyada
geçirdikleri her dakikanın an an pişmanlığını yaşayacaklardır.
Çünkü bu insanlar dünyada çok defa uyarılmış, cennetin
ve cehennemin varlığından haberdar edilmişlerdi. Hangi
davranışlarının kendilerine nasıl bir son hazırlayacağı
da onlara bildirilmişti.
Ancak, bu geri dönülmez sona erişmeden
önce Allah, dünyada bulundukları süre içerisinde insanlara
pişmanlığın nasıl bir duygu olduğunu tanıtır. Ölümlerinden
önce belki düşünür ve doğruyu görürler diye pişmanlık
hissini onlara mutlaka yaşatır. Bununla birlikte,
pişmanlığı içlerinde yaşayan insanlara, hatalarını
ve yanlış olan davranışlarını düzeltebilecekleri belli
bir süre de verir. Her insan henüz dünyada iken, hayatını
Allah'ın kendisinden istediği şekilde yönlendirme
ve tevbe ederek geri kalan yaşamını Allah'ı razı edecek
şekilde sürdürme imkanına sahiptir.
İşte bu yönüyle dünyadaki pişmanlık
duygusu, aslında insanlara Allah'ın vermiş olduğu
çok büyük bir fırsattır. Çünkü eğer bu pişmanlığın
arkasından Allah'a yönelirlerse, Allah onları, bu
samimiyetlerine karşılık ebedi olarak kurtarır. Ama
aksine, Allah'tan gelen bu uyarı ve fırsatları umursuzca
görmezden gelip vurdumduymazlık yaparlarsa, cezaları,
Allah dilediği sürece kurtulamayacakları bir pişmanlık
ve azap olur.
Kuran'da hata yapıp sonradan pişman
olan insanlar hakkında pek çok örnek verilir. Yaşadıkları
pişmanlık, bu insanlardan bir bölümünü Allah'a yöneltmiş,
geri kalan yaşamlarında bir daha aynı hataları tekrar
etmemelerini sağlamıştır. Ama bir bölümü de bir süre
sonra yaşadıkları sıkıntıyı unutmuş, aynı isyankar
tavırlarına geri dönmüşlerdir.
Hatalarından dolayı duydukları pişmanlığın
kendilerini tevbe etmeye ve doğru yola sevkettiği
kimselere, Allah Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde
mücadeleden geri kalan üç kişiyi şöyle örnek verir:
Andolsun Allah, peygamberin,
Muhacirlerin ve Ensarın üzerine tevbe ihsan etti.
Ki onlar -içlerinde bir bölümünün kalbi nerdeyse kaymak
üzereyken- ona güçlük saatinde tabi oldular. Sonra
onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara (karşı)
çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir. (Savaştan) Geri
bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı). Öyle ki, bütün
genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri
de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O'nun dışında
(yine) Allah'tan başka bir sığınacak olmadığını iyice
anladılar. Sonra tevbe etsinler diye onların tevbesini
kabul etti. Şüphesiz Allah, (yalnızca) O, tevbeleri
kabul edendir, esirgeyendir. (Tevbe Suresi, 117-118)
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi
o dönemde geri kalan üç kişi, içlerinde büyük bir
pişmanlık yaşamışlardır. Ve bu pişmanlıktan kurtulmanın
tek yolunun da yine Allah'a sığınarak tevbe etmek
olduğunu anlamışlardır.
İşte gerçek pişmanlık, insanları
hemen harekete geçiren, hatta onları değiştiren, hatalarını
düzeltmeye yönlendiren böyle bir pişmanlıktır. Böylesine
samimi bir pişmanlıkta insanlar, hayatlarının geri
kalan bölümünü Allah'ın rızasına uygun olarak yaşayacak
ve Allah'ı bağışlayan ve esirgeyen olarak bulmayı
umacaklardır. Çünkü Allah tevbeleri kabul eder ve
hatalarını düzelten kullarını bağışlar. Bu gerçeği
Kuran'ın şu ayetleriyle haber verir:
Ancak tevbe eden,
iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka;
işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir.
Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kim tevbe
eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi
(ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (Furkan
Suresi, 70-71)
Kötülük işleyip bunun
ardından tevbe edenler ve iman edenler; hiç şüphesiz
Rabbin, bundan (tevbeden) sonra elbette bağışlayandır,
esirgeyendir. (A'raf Suresi, 153)
Gerçekten Ben, tevbe
eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru
yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (Taha
Suresi, 82)
Bunun yanı sıra, Kuran'da, peygamber
gönderilen kavimlerin, yaptıkları büyük hatalardan
dolayı pişman oldukları da belirtilmektedir. Nitekim
Hz. Musa'nın Tur Dağı'na gitmesinin ardından kavmi,
Allah'ı unutup bir heykele tapmaya başlamış, ancak
yaptıklarının büyük bir hata olduğunu gördüklerinde
büyük pişmanlık duymuşlardır. Allah, kavmin içine
düştüğü bu pişmanlığı, ayetlerde şöyle haber vermektedir:
(Tur'a gitmesinin)
Ardından Musa'nın kavmi süs eşyalarından böğürmesi
olan bir buzağı heykelini (tapılacak ilah) edindiler.
Onun kendileriyle konuşmadığını ve onları bir yola
da yöneltip-iletmediğini (hidayete erdirmediğini)
görmediler mi? Onu (tanrı) edindiler de, zulmedenler
oldular. Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık
duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin
gerçekten şaşırıp-saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz
bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak
hüsrana uğrayanlardan olacağız" dediler. (A'raf Suresi,
148-149)
Allah'ın, Kuran'da bu konuda bahsettiği
bir diğer örnek ise bahçe sahipleridir. Bahçe sahipleri
Allah'ın nimet olarak verdiği bahçeyi kendilerine
maletmiş, büyüklenmiş ve Allah'a şükretmeyi unutmuşlardır.
Bunun üzerine Allah'tan gelen azap, onların bu davranışlarından
dolayı pişman olmalarına ve hemen Allah'a yönelip
dönmelerine vesile olmuştur. Kuran'da bahçe sahipleri
ile ilgili ayetler şöyledir:
Gerçek şu ki, Biz
o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara
da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (onu) mutlaka
devşireceklerine dair and içmişlerdi. (Bu konuda)
Hiçbir istisna yapmıyorlardı. Fakat onlar, uyuyorlarken,
Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü
sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara
kesildi. Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler.
"Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın."
Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün
sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın."
(Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi
erkenden gittiler.
Ama onu görünce:
"Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler.
"Hayır, biz (her şeyden ve bütün servetimizden) yoksun
bırakıldık." (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki:
"Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz
gerekmez miydi?" Dediler ki: "Rabbimiz seni tesbih
e-der, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz."
Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar.
"Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler.
"Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir;
şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz."
(Kalem Suresi, 17-32)
Ne var ki insanlardan birçoğu, dünyadayken
pişman olmaları ve tevbe edip salih amellerde bulunmaları
için kendilerine gelen uyarıyı, şartlar değiştiğinde
ve kendilerine yeni bir fırsat tanındığında hemen
unutabilirler. Bu uyarıyı göz ardı edip eski tutumuna
geri dönenlerin ise, tevbe etmedikleri müddetçe bu
nankörlükleri karşılıksız kalmayacaktır. Hz. Salih'in
kendilerine peygamber olarak gönderildiği Semud kavminin
yaşadıkları da böyledir. Allah'ın elçisi onları açıkça
uyardığı, pişman olacaklarını, azapla karşılaşacaklarını
bildikleri halde ısrarla isyanda diretmişlerdir. Elbette
Allah vadinden dönmeyendir ve bu insanlara vaat ettiği
azabı onlara göstermiştir. Tüm insanlara ibret olacak
bu gerçeği Allah Kuran'da şöyle haber verir:
Dedi ki: "İşte, bu
bir dişi devedir; su içme hakkı (bir gün) onun, belli
bir günün su içme hakkı da sizindir. Ona bir kötülükle
dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı sizi yakalar."
Sonunda onu (yine de) kestiler, ancak pişman oldular.
Böylece azab onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir
ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Ve şüphesiz, senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır,
esirgeyendir. (Şuara Suresi, 155-159)
Bilinmelidir ki Allah sonsuz adalet
sahibidir. Yapılan hiçbir hatayı karşılıksız bırakmaz,
ancak Kendi rızası için yapılan güzelliklerin de kat
kat karşılığını verir. Samimi bir pişmanlık duyarak
Kendisine yönelen bir kimseyi mutlaka kurtuluşa erdireceğini
ve onu rahmeti ve cennetiyle mükafatlandıracağını
müjdeler. Bu durumda insanın kendine şu soruyu sorması
gerekir: Dünyada yaşanan geçici bir pişmanlığın dahi
ne kadar büyük bir sıkıntı olduğunu biliyorken, sonsuza
dek sürme ihtimali olan bir pişmanlığı göze almak
doğru olur mu? Üstelik azabın bir an olsun hafifletilmeyeceği
cehennem hayatında yaşanacak bir pişmanlığı...
Elbette hiç kimse böyle bir pişmanlığı
göze alamaz. Bu durumda insanın yapması gereken bellidir.
Dünyada bu fırsatı değerlendirme imkanı her insan
için halen mevcuttur. Dahası bu fırsatı kullanabilen
bir insan sadece cehennem azabından kurtulmakla kalmayacak,
hem dünyadaki hem de cennetteki tüm nimetlerin varisi
olacaktır.
İşte bu nimetlere kavuşmak ve cehennem
halkının pişmanlığından uzak kalmak isteyen her insan,
hayatını Allah'ın rızasını kazanmaya adamalıdır. O'nun
kendisini çağırdığı, karanlıklardan nura ileten yola
kayıtsız şartsız uymalıdır. Konuyla ilgili ayetlerde
Allah şöyle buyurmaktadır:
O'dur ki, sizi karanlıklardan
nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri
de (size dua etmektedir). O, mü'minleri çok esirgeyicidir.
O'na kavuşacakları gün, onların dirlik temennileri:
"Selam"dır. Ve O, onlara üstün bir ecir hazırlamıştır.
(Ahzab Suresi, 43-44)

İnkarcılar için Pişmanlığın Başlangıcı: Ölüm
Her nefis ölümü
tadıcıdır. Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek
imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz.
(Enbiya Suresi, 35)
Ölüm, ahiretin varlığına inanmayan
kimseler tarafından bir son, bir yokoluş gibi algılanır.
Oysa bu hatalı bir düşüncedir; çünkü ölüm bir son
değil aksine bir başlangıçtır. İman edenler için kusursuz,
tüm eksikliklerden arındırılmış sonsuz bir cennet
hayatının başlangıcıdır. İnkar edenler için ise büyük
bir azabın yaşanacağı cehennem hayatına geçiş aşamasıdır.
Bu gerçeği kavrayan insanlar, ölümle
birlikte dünyada güzel bir sonu ve ahirette güzel
bir başlangıcı aynı anda yaşarlar. İnkar edenler ise
kendilerine önceden haber verilen bu gerçeği göz ardı
etmelerinin telafi edilemez pişmanlığı ile karşılaşırlar.
Allah onlar için azap dilediği sürece her an bu pişmanlığı
hisseder ve bundan kurtulmanın da hiçbir yolunu bulamazlar.
İnsanların çoğu her ne kadar ölümle
karşılaşana kadar onu düşünmek istemeseler de bu,
kesin olarak gerçekleşecek bir olaydır. Çünkü Allah
ölümü dünya hayatının kesin bir sonucu olarak yaratmıştır.
Şimdiye kadar tek bir insan bile ölümü kendinden uzaklaştırabilmeyi
başaramamıştır. Kimsenin malı, parası, itibarı ya
da dostları bu konuda ona bir fayda sağlayamamıştır.
Her insan mutlaka ölümle karşılaşır. Allah Kuran'da
bu gerçeği pek çok ayetle haber verir:
Her nerede olursanız,
ölüm sizi bulur; yüksekçe tahkim edilmiş şatolarda
olsanız bile... (Nisa Suresi, 78)
De ki: "Elbette sizin
kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp
buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahade edilebileni
de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı
haber verecektir." (Cuma Suresi, 
Oysa Allah, kendi
eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez.
Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (Münafıkun Suresi,
11)
Öyleyse ölümü ve ölümden sonra karşılaşılacak
hayatı düşünmemek, insanı bu gerçekle yüz yüze gelmekten
kurtarabilir mi?
Elbette ki bu sorunun yanıtı "hayır"dır.
Madem insan ölüm karşısında çaresizdir, bu durumda
yapılacak en akılcı davranış, Allah'ın kesin olarak
gerçekleşeceğini bildirdiği ahiret hayatına şimdiden
hazırlık yapmaktır.
Dünya hayatına kendini kaptırarak
ahireti düşünmeyi ihmal edenler ölüme hazırlıksız
yakalanırlar. "Şimdi nasıl olsa genciz dünyanın tadını
çıkaralım, yaşlanınca ya da ölüme yaklaşınca da ahireti
düşünürüz" diyenler, hiçbir zaman böyle bir fırsatları
olmayacağını anlarlar. Çünkü ölüm Allah'ın takdir
ettiği anda gerçekleşen bir olaydır. Ve insan yaşlılığa
ulaşmadan genç yaşta da ölebilir. Bu durumda sadece
ileriye yönelik planlar yapıp, Allah'ın emirlerini
yerine getirmeyi ertelemek insanın büyük bir pişmanlık
yaşamasına neden olur.
Tüm hayatını Allah'ı düşünmekten
uzak geçiren ama öleceğini anladığında tevbe eden
kimseler de böyle bir pişmanlıkla karşılaşırlar. Çünkü
böyle bir tevbe sadece ölüm korkusundan kaynaklanan,
samimi bir düzelme, arınma niyeti taşımayan, dolayısıyla
da Allah katında kabul edilmeyen bir tevbe olabilir.
Söz konusu kişiler bu gerçeği bildikleri halde tüm
hayatları boyunca nefisleri için yaşamayı tercih etmiş
ve kendilerine tanınan sürenin sona erdiğini anladıklarında
da, çıkar yolları kalmadığını görmenin telaşıyla,
kendilerini kurtarmaya çalışmışlardır. Ama böyle yaparak
bir sonuca ulaşamazlar çünkü Allah onların samimiyetsizliğine
şahittir. Rabbimizin, ayetlerde bildirdiği gibi Allah
insanların içlerinde olanı, kimsenin bilmediği en
gizli düşüncelerini bilendir. Sadece ölüm korkusuna
dayalı bir tevbeyi kabul etmeyeceğini ise Allah şöyle
haber vermiştir:
Tevbe; ne kötülükleri
yapıp edip de onlardan birine ölüm çatınca: "Ben şimdi
gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak
ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.
(Nisa Suresi, 18)
Allah böyle insanlara bir fırsat
daha verildiğinde, yine nankörlük edeceklerini de
pek çok ayetinde bildirmiştir. Bu konudaki bir ayet
şöyledir:
Ateşin üstünde durdurulduklarında
onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir
daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık
ve mü'minlerden olsaydık." Hayır, önceden saklı tuttukları
kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler
bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz
yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir.
(Enam Suresi, 27-28)
Bu nedenle "nasıl olsa son anda iman
eder, tevbe ederim" gibi bir düşünceye kapılmak son
derece hatalıdır ve insanları cehennem azabından kurtaramaz.
Öyleyse insan ölümle karşılaştığında kendisi için
ebedi bir pişmanlığın başlamasını istemiyorsa, bu
dünyada mutlaka Rabbimize kavuşacağının ve dünyada
yaptıklarının karşılığını göreceğinin bilinciyle yaşamalıdır.
İnkar Edenlerin
Ölüm Anındaki Pişmanlıkları
Yaşadıkları süre boyunca insanlara
pek çok kez cennet ve cehennemin varlığı, ahiret için
hazırlık yapmaları gerektiği hatırlatılır. Ancak inkarcılar
her seferinde yüz çevirir ve kendilerine verilen fırsatları
değerlendiremezler. Ölümle karşılaştıklarında yaşadıkları
büyük pişmanlığın asıl sebeplerinden biri de, "kendi
elleriyle" kendilerini bu duruma sokmuş olmalarıdır.
Kimse onları zorlamamıştır, onlar kendi iradeleriyle
hareket ederek bu kötü sonu kendileri seçmişlerdir.
İnkarcılar bu yanlış seçimin sonucunda
ölüm anı ile birlikte azabı yaşamaya başlarlar. Bu
azabın başlangıcı ise, Allah'ın ayetlerde bildirdiği
gibi, ölüm anında yaşanan büyük korkudur. O gün insanların
yaşadığı korkuyu Rabbimiz şöyle bildirir:
(Ölüm korkusundan)
ayaklar birbirine dolaştığında;
O gün sevk, yalnızca Rabbinedir.
Fakat o, ne doğrulamış ne de namaz kılmıştı.
Ancak o, yalanlamış ve yüz çevirmişti.
Sonra çalım satarak yakınlarına gitmişti.
Sen buna müstahaksın, dahasına da müstahaksın.
Yine müstahaksın, dahasına da müstahaksın. (Kıyamet
Suresi, 29-35)
Ancak unutmamak gerekir ki bu korkuyu
sadece inkar edenler yaşarlar. Çünkü iman eden insanlar
zaten tüm hayatlarını Allah'ın hoşnutluğunu ve sevgisini
kazanmak için çalışarak geçirirler. Bu nedenle umut
içerisindedirler.
İnkar edenler ise ölümle birlikte
büyük bir pişmanlık yaşarlar, ancak bu başlarına gelecek
azapların hiçbirini engellemeye yaramaz. Allah inkar
edenlerin canlarının büyük bir acı ve zorluk içerisinde
alınacağını bildirir:
... Sen bu zalimleri,
ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin
ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak
yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız
olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek
(yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla
karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...
(Enam Suresi, 93)
Öyleyse melekler,
yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları
zaman nasıl olacak? (Muhammed Suresi, 27)
Ölüm anında inkarcıların yaşadıkları
bu durumu, dünya şartları içinde kavrayabilmek elbette
mümkün değildir. Ancak Allah insanların düşünmesi
ve böyle bir durumla karşılaşmaktan sakınmaları için
bunun haberini bildirmiştir. Ölüm melekleri ayetlerde
de açıklandığı gibi inkar edenlerin sırtlarına ve
yüzlerine vura vura canlarını alacaklardır. İnkarcılar
bir yandan fiziksel bir acı duyacaklardır. Elbette
bu acıyla birlikte pişmanlığı da yaşamaya başlayacaklardır.
Çünkü bu andan sonra artık geri dönüş imkanları kalmamıştır.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir
ki, ölüm anında insan başına gelenlerin tümünü belki
de her zamankinden daha açık bir şuurla, hissederek
yaşar. Onun için artık sonsuz bir hayat başlamıştır.
Ölüm sadece bir geçiş aşaması ve ruhun bedenden ayrılarak
sonsuzluk mekanına gidişidir.
İnkarcılar canları alınırken kendilerine
çektirilen acıdan dolayı, Allah'ın dilemesi dışında
sonsuza kadar sürecek olan büyük bir azapla karşı
karşıya olduklarını anlarlar. Tüm hayatlarını Allah'ın
dininden yüz çevirmiş olarak geçiren bu kimseler,
o anda kendilerini azaptan kurtarması ve affetmesi
için var güçleriyle Allah'a yalvarırlar. Pişmanlıkla
bir daha dünyaya döndürülmeyi, salih amellerde bulunmayı
ve kaybettiklerini telafi etmeyi isterler. Ancak bu
istekleri kabul edilmez çünkü onlara, Allah'ın bir
ayetinde bildirdiği gibi "öğüt alacak olanın öğüt
alabileceği kadar bir süre" verilmiş, cennet ve cehennem
hayatı hatırlatılmış ama onlar bile bile bu gerçekten
yüz çevirmişlerdir. Kendilerine bir kez daha böyle
bir imkan tanınmış olsa, onların tüm bu pişmanlıklarını
unutarak yine inkarı tercih edeceklerini Allah Kuran'da
şöyle bildirmiştir:
Sonunda, onlardan
birine ölüm geldiği zaman, der ki: "Rabbim, beni geri
çevirin. Ki, geride bıraktığım (dünya)da salih amellerde
bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür,
bunu da kendisi söylemektedir... (Mü'minun Suresi,
99-101)
İnkar edenler dünyada Allah'a bile
bile secde etmemiş, O'nun hükümlerini yerine getirmemiş
ve O'nun emrettiği güzel ahlakı yaşamaktan kaçınmışlardır.
Ölümle birlikte ise artık ne kadar isteseler de buna
güç yetiremeyeceklerini Allah şöyle açıklar:
Ayağın üstünden (örtünün)
açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık
güç yetiremezler. Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük',
kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar,
(daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi.
(Kalem Suresi, 42-43)
Ölüm ile birlikte Allah'ın vaat ettiği
her olayın gerçek olduğunu kavrayan bu kimselerin
pişmanlığını artıran bir konu daha vardır. Dünyada
iken inanmadıkları, sözlerini ciddiye almadıkları
ve hatta alay ettikleri müminler, o gün inkar edenlerin
çektiği azapların hiçbirini yaşamazlar. Onlar tüm
hayatlarını samimiyetle Allah'ın rızasını isteyerek
geçirmelerinden dolayı sonsuza kadar her şeyin en
güzeliyle mükafatlandırılırlar. Onların canı inkarcılarınkinin
tam tersine, hiç acı çekmeden "yumuşakça"
alınır. (Naziat Suresi, 2)
Allah'ın bir ayetinde bildirdiğine göre melekler,
ölüm anında müminleri selamlar ve onlara cennet müjdesini
verirler:
Ki melekler, güzellikle
canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza
karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi,
32)
Bu, inkar edenler için bir başka
manevi azaptır. Çünkü dünyada müminlere tanınan imkanlar
ve fırsatlar kendilerine de verilmiştir. Ancak onlar
dünya hayatının geçici menfaatlerinden yararlanabilmek
uğruna, bile bile cenneti kaybetmişlerdir. Dünyanın
kısa bir deneme yeri olduğu, ahiretin asıl hayat olduğu
hatırlatıldığı halde bunu anlamazlıktan gelmişlerdir.
Bu yüzden dünyada ahiret için kazançlı olabilecek
hayırlar işlememişlerdir. Oysa Allah'ın emrettiği
güzel ahlakı yaşamak, salih bir mümin olmak yalnızca
samimi bir niyet etmek ve bu niyette irade göstermekle
her insan için mümkündür. İşte tüm bunları düşünmek
inkar edenlerin içindeki pişmanlığı daha da artırır.
Allah bir ayette, "Yoksa
kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip
salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar?
Hayatları ve ölümleri bir mi olacak? Ne kötü hüküm
veriyorlar." (Casiye Suresi, 21) şeklinde buyurarak
herkesin yaşam şekline göre sadece hak ettiği karşılığı
alacağını haber verir.
Bunun yanında cehennem azabının kendileri
için hazır edildiğini bilmenin verdiği korku da inkarcıların
pişmanlıklarını kat kat artıracaktır. Zira o ana kadar
sadece canlarının acıyla çekilişinin verdiği azabı
yaşamışlardır. Ancak sonrasında kendilerini nelerin
beklediğini de çok iyi anlamışlardır.
İnkar edenlerin ölüm ile başlayan
bu pişmanlıkları Allah dilediği sürece devam edecektir.
Geçen her dakika, her saat ve her gün hiç bitmeyen
azabın içinde kalacak ve pişmanlıktan kurtulamayacaklardır.
Halbuki böylesine büyük ve sonsuz
bir pişmanlığı yaşamamak insanın kendi elindedir.
Ölümün ve ahiretin gerçekliğini anlamak için onlarla
karşılaşmayı beklemeye gerek yoktur. İnsan için Allah'ın
vaadi yeterlidir. Ölümün sonrasında Allah'ın adaleti
kesin olarak yerini bulur, inkar edenler cehennemle
azaplandırılır ve iman edenler de cennete kavuşurlar.
Öyleyse henüz ölümle karşılaşmamış
her insanın yapacağı en akılcı davranış Allah'a sığınmak
ve O'nun rahmetini dilemek olacaktır. Ayrıca Allah'ın
insanlara yol gösterici olarak gönderdiği Kuran'ı
ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini çok iyi
öğrenmek, ve kendilerine gösterilen yol doğrultusunda
yaşamaktır. Ölüm gerçeğini düşünmeyerek ölümden uzak
durmak değil, aksine ölümün yakınlığını düşünerek
harekete geçmek insana fayda sağlayacaktır.
Allah'a yönelip dönen insan dünyada
ve ahirette Rabbimizin rızasını kazanır ve hoşnut
edilmiş olarak cennete girer. Allah müminleri Kuran'da
bu gerçek ile şöyle müjdeler:
Ey mutmain (tatmin
bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş
olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime
gir."(Fecr Suresi, 27-30)
Ölümün pişmanlığından kurtulmak ve
sonsuz cennetin güzelliklerine kavuşmak isteyen insan,
ölümü ve sonrasını şimdiden düşünmeli ve kendisini
yaratan Rabbimizin hak olan yolunu seçmelidir.
|
|