
Bu dünya hayatı,
yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu
bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl
hayat odur, bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
Bir çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel
bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi
imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı
tam olarak tatmin edebileceğini ve mutlu kılabileceğini
düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi bir zenginlik,
bu düşünce doğrultusunda gerçekleştirilmiş bir evlilik,
diğer insanların gözünde saygınlık ve toplum içinde
güçlü bir kariyer elde ettiğinde, kusursuz bir hayat
kurmuş olur.
Oysa Kuran'da bu tür bir bakış açısı
şiddetle yerilmektedir. Aksine Kuran'da, dünya üzerinde
sürdürdüğümüz yaşamın, asla eksiksiz, mükemmel ve
sorunsuz olamayacağı bildirilmektedir. Çünkü dünya
hayatı özellikle böyle tasarlanmıştır.
"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda
çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapçadaki "deniy"
sıfatından türemiştir. "Deniy" ise, alçak, düşük,
basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda
"dünya" kelimesi de, bu sıfatlara haiz bir mekan anlamını
taşır.
Nitekim Kuran'da, dünya hayatının
değersizliği ve önemsizliği sık sık vurgulanır. Dünya
hayatını güzel kıldığı düşünülen zenginlik, aile,
statü, başarı gibi faktörler, Kuran'a göre geçici
ve aldatıcı birer metadan başka bir şey değildirler.
Allah bir ayette dünya hayatı hakkında şunları bildirmektedir:
Bilin ki, dünya hayatı
ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama',
bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu),
mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur
örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya
kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir
de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp
oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan
bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya
hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir.
(Hadid Suresi, 20)
Başka ayetlerde ise insanın dünya
hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle
açıklanır:
Hayır siz, dünya hayatını
seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı
ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)
Ayette bildirildiği gibi söz konusu
kişiler dünya hayatını ahirete üstün tutmaktadırlar.
Bunu yaparak, Allah'a iman etmemiş ve Kuran ayetlerine
yüz çevirmiş olmaktadırlar. Kuran'da bu gibi kişiler
"Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına
razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve Bizim ayetlerimizden
habersiz olanlar" (Yunus Suresi, 7) şeklinde tanımlanmakta
ve hepsinin sonsuz cehennem azabıyla karşılık bulacakları
bildirilmektedir. Elbette, dünya hayatının eksikliği,
bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez.
Aksine, Allah dünyayı cenneti hatırlatacak pek çok
güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin
yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar
da katılmıştır.
Dünyada, imtihan ortamının hikmeti
gereği cennet ve cehenneme ait özellikler birarada
bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de
cehennem hakkında fikir edinir, hem de kendilerini
dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine,
gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete
yönelirler. Allah'ın kulları için seçip beğendiği
yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret, Kuran ayetlerinde
insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
Ancak başta da belirttiğimiz gibi
birçok insan dünyada mükemmel bir hayat kurulabileceğini
zanneder. Dünya hayatına özgü büyük kusur ve eksiklikleri
ise, son derece doğal özellikler olarak görür. Örneğin
hasta olmak çoğu insana çok doğal gelir. Aynı şekilde
yorgunluk, acı, sıkıntı gibi kavramlar da son derece
olağan şeyler olarak karşılanır. Oysa dünya hayatına
ait tüm eksiklikleri Allah çok büyük hikmetlerle yaratmıştır.
İnsana düşen bu hikmetler üzerinde derin derin düşünmek
ve bunlardan kendine öğütler çıkarmaktır.
İnsan hiçbir zaman hasta olmayabilir,
hiçbir zaman yorulmayabilir, uyumak ve dinlenmek zorunda
kalmayabilirdi. Hiç yorgunluk duymayacak bir güç ve
enerjiye sahip olabilirdi. Allah dileseydi insanı
tüm bu eksikliklerden ve kusurlardan arındırarak yaratabilirdi.
Ancak Allah insanı bu şekilde yaratmakla, ona kendi
acizliğini ve zayıflığını göstermektedir.
İnsan acizliği ve zaafiyetiyle, dünya
hayatının her anında defalarca yüzleşmek zorunda kalır.
Öncelikle çok değer verdiği bedeni ona bu durumu sürekli
olarak hatırlatır. Her sabah uyandığında şişmiş ve
şekli bozulmuş bir yüzle güne başlar. Ağzında hoş
olmayan bir tat ve koku, cildinde, saçlarında ve bedeninde
rahatsızlık verecek bir kirlilik vardır. Eğer ayrıntılı
bir temizlik yapmazsa, insan içine çıkamayacak durumdadır.
Üstelik bu temizliği gün içinde sık sık tekrarlaması
gerekmektedir. Çünkü üzerinden birkaç saat geçmesi,
sabah yapılan temizliği yok edecektir. Birkaç gün
ayrıntılı temizlik yapmaması ise insanı çok aciz ve
çevresindekileri dahi rahatsız edecek bir duruma sokmaktadır.
İnsan bedeni, taş ya da metal gibi
sağlam ve dayanıklı bir maddeden değil, son derece
çürük bir malzeme olan etten yapılmıştır. Bu etten
oluşan beden, incecik bir deri ile kaplıdır; her an
en ufak bir kazada bu deri yırtılabilir. Et de yapısı
gereği son derece dayanıksızdır; basit darbelerden
etkilenir, şekli bozulur, morarır ve yaralanır. Ve
yaşlılıkla birlikte de eski canlılığını yitirmeye,
buruşmaya ve pürüzsüz halini kaybetmeye başlar. Ölümle
birlikte çürüme gerçekleşir. Toprağa konulduktan birkaç
hafta sonra, beden parçalanmaya başlar, kurtlanır,
bakteriler tarafından yenir ve yok olup toprağa karışır.
Başta belirttiğimiz gibi, tüm bunlar
insana aczini göstermek ve dünyanın eksikliğini hatırlatmak
için özel olarak yaratılmış kusurlardır. Oysa insan
et yerine çok daha sağlam ve temiz bir malzemeden
yaratılmış olabilirdi. Acıdan, hastalıktan ve pislikten
tamamen uzak olabilirdi. Tüm bunlar aslında, insanın
Allah'a ne kadar muhtaç olduğunu ve acizliğini hissettirmek
ve dünyanın ne denli "eksik ve kusurlu" bir yer olduğunu
göstermek için var edilmektedir.
Kişi bu eksikliklere bakarak, hem
kendi acizliğini hem de diğer insanların dünya hayatındaki
güç ve değerlerinin ne kadar geçici olduğunu anlayabilir.
Gözünde büyüttüğü, ilgisini çekmeye, takdirini toplamaya
çalıştığı insanlar da kendisi kadar aciz, eksik ve
kusurları olan, bakıma muhtaç insanlardır.
Ancak çoğu insan bunları kavrayamaz,
var olan büyük eksiklik ve kusurları göremez. İşte
bu nedenle de dünya hayatı ile tatmin bulur. Aslında
bu son derece büyük bir akılsızlığın sonucudur ve
cehaletin göstergelerindendir.
Nitekim Kuran'da bu insanların ahlakı
şu şekilde tarif edilmektedir:
"Şu halde sen, Bizim
zikrimize sırt çeviren ve dünya hayatından başkasını
istemeyenden yüz çevir. İşte onların ilimden yana
ulaşabildikleri (son sınır) budur..." (Necm Suresi,
29-30)
Ahiretten yana gaflet içinde olup,
dünya hayatına tutkuyla bağlanmak ayette de bildirildiği
gibi "ilim" sahibi olmamanın bir sonucudur.
Peki o halde bu konuda sahip olmamız
gereken "ilim" nedir? "Dünya hayatıyla tatmin olmamak"
için üzerine özellikle eğilmemiz gereken ilim, Allah'ın
bizlere vaat ettiği cennetin bilgisidir. İnsanın cennetin
tarifinin yapıldığı Kuran ayetleri hakkında ayrıntılı
bilgi sahibi olması, bu ayetler üzerinde derin derin
düşünmesi bu konuda atılacak en önemli adımdır.
Allah, Kuran'da iman edenlere "gerçek
yurdu" şu şekilde tarif etmektedir:
Bu dünya hayatı, yalnızca
bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır.
Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, bir bilselerdi.
(Ankebut Suresi, 64)

Cennet Ehlinin Dünyadaki Durumları
Müminlerin Dünyadaki
Güzel Yaşamları
Kuran'da iman edenler sonsuz bir
ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir.
Ancak çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta
vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere
uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken yaşanmaya
başlamasıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği
gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir.
Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada
da güzel bir hayatla yaşatılacakları şöyle haber verilir:
Erkek olsun, kadın
olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa,
hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve
onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak
veririz. (Nahl Suresi, 97)
Ayette haber verilen bu müjdenin,
başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde
gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz.
Örneğin, Kuran'da cennetin en yüksek dereceleri, en
üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimiz (sav)'i
dünya hayatında Allah'ın zengin kıldığı, "bir yoksul
iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi,
ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Davud'a,
Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine
bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de
daha birçok ayette bahsedilir.
Hem bir mükafat ve şevk kaynağı,
hem de Rabbimiz'in karşılıksız lütuf ve ihsanının
bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet
ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur.
Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden
olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti
hatırlatacak, onların cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını
artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da yaratır.
Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha
bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen
ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında
gösterilmeye başlanır.
Bir mümin, kendisini yaratan Allah'ın
bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından,
O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından
ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut
ve beklentiler taşımasından ötürü, dünyadaki yaşamı
boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır.
Herşeyden önce Rabbimiz'in yardımı ve desteği iman
edenlerle beraberdir. Allah "... elçisi ile müminlerin
üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe Suresi,
26) indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih
amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her
işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları
amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların
karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur.
Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla ve meleklerle
desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri"
olduğunu ve bunların kendilerini "... Allah'ın
emriyle gözetip-korumakta..." (Rad Suresi, 11)
olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip
gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların
hep kendileri olduklarını bilmelerinden kaynaklanan
bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın
meleklere, "... iman edenlere sağlamlık katın..."
(Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya
ve heyecana kapılmazlar.
Müminler Kuran'da, "... bizim
Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet
tutturan..." (Fussilet Suresi, 30) insanlar olarak
tanımlanırlar. Ve, "onların üzerine melekler iner.
'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan
cennetle sevinin'." (Fussilet Suresi, 30) derler.
Müminler Kuran'da belirtildiği şekilde, Allah'ın "...
kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini"
(Araf Suresi, 42) bilmişlerdir.
Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah
olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına
gelenlere "... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında
bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe
Suresi, 51) ayetinin hükmü gereğince tevekkül ederler.
Allah rızasına uydukları ve "... Allah bize yeter,
O ne güzel vekildir..." dediklerinden dolayı da
onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. (Al-i İmran
Suresi, 173-174)
Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan
elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir.
İman eden bir kimse belli dönemlerde açlık, hastalık,
uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla
karşılaşabilir. Daha pek çok zorluk ve denemeden de
geçirilebilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği
şekilde fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir.
Bir ayette müminlerin yaşadıkları imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin
hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk
çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki
müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu.
Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.
(Bakara Suresi, 214)
Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin
ve yanındaki müminlerin Rabbimiz'e olan güçlü imanlarını,
Kuran ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle
etkilememiştir. Zaten Allah, ayetin sonunda müminlere
yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir.
Başka bir ayette iman edenlere şu müjde verilir:
Allah, takva sahiplerini
(inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları
dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar
hüzne kapılmayacaklardır. (Zümer Suresi, 61)
Mümin zorlukların imanının denenmesi
için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve
tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için
sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük
fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar
karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden
hiçbirşey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini,
dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde
etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını
Allah Katında alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı
daha da artar.
Bu durum inkar edenler için tam tersi
yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi,
dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların
yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik,
tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların
cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir
başlangıcını oluştururlar. Allah, bu insanları bir
ayette şöyle tarif eder:
Allah, kimi hidayete
erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi
saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş
gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin
üstüne işte böyle pislik çökertir. (Enam Suresi, 125)
Allah, Kendisi'nden içi titreyerek
korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma
dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatında
da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda
bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde
şu şekilde bildirilir:
Ve Rabbiniz'den bağışlanma
dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş
bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın
ve her ihsan sahibine Kendi ihsanını versin. Eğer
yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir
günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Burada bildirildiği gibi, Allah'tan
bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin vasıflarındandır.
Bu davranışlar müminin Allah karşısında ne kadar aciz
ve zayıf olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir.
Çünkü iman edenler hataları ve eksiklikleri olduğunu
ve dünya hayatı boyunca da hata yapabileceklerini
bilmekte, bundan dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedirler.
Rabbimiz de ayette bildirildiği gibi onların bu güzel
ahlaklarının karşılığını dünya hayatında vermekte,
bu kişileri ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır.
Bir ayette müminlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir:
Allah'tan sakınanlara:
"Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler.
Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik
vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin
yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Dünya hayatının tüm güzellikleri,
ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen
yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun
sadece sonsuz ahiret hayatı olması gerekmektedir.
Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya hayatlarında
da nimetlerini artırmaktadır.
Müminler dualarında, ahiretle birlikte
dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de Allah'tan
isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde
şu şekilde bildirilir:
(Hacc) ibadetlerinizi
bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı
andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile
Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz,
bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
Onlardan öylesi de
vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver,
ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından
koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri
vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi,
200-202)
Kuran'da Allah'a gönülden iman eden,
ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kılındıkları
bildirilmektedir. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır
ve gerçekleşecektir. Allah bir ayette şöyle buyurmaktadır:
Allah, içinizden iman edenlere ve
salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz
onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi'
kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi'
kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini
kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları
korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar,
yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak
koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar
fasıktır. (Nur Suresi, 55) İman Edenler Cennetle
Müjdelenirler
Bir önceki bölümde, Allah'a gönülden
teslim olmuş ihlaslı müminlerin daha cennete girmeden
önce, bu dünyada Allah'ın nimetlerine ve güzelliklerine
kavuştuklarından bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en
önemlilerinden birisi müminlerin "müjdelenmeleridir".
Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden
ve müminleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir.
Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:
Rableri onlara Katından
bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde
sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe
Suresi, 21)
Bir başka ayette ise müminler için
şöyle denmektedir:
Müjde dünya hayatında
ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik
yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Yunus
Suresi, 64)
Allah'ın kendilerini çeşitli ayetlerle
cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih amellerin
Allah Katında geçerli olduğunu ve bekledikleri güzelliğin
ise pek yakın umut eden müminlerin kalplerini büyük
bir ferahlık kaplar.
Kuran'da müminlerin melekler vasıtasıyla
da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah'a samimi
bir kalple iman edip, O'na hiçbir şeyi şirk koşmayan,
Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyelerine
titizlikle uyan ve Kuran ahlakını yaşamak için gayret
eden salih kullar böyle bir müjdeyi umut edebilirler.
Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir
mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kuran'da
şöyle anlatılır:
Şüphesiz "Bizim Rabbimiz
Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar
(yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:)
"Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle
sevinin."
Biz, dünya hayatında
da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin
arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de
sizindir." "Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan
bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)
Allah, resullere de müminleri müjdeleme
görevi vermiştir. Allah Ahzap Suresi'nin 47. ayetinde
elçisine, müminlere Kendisi'nden büyük bir fazl olduğunu
müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kuran'a
uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan
kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini
emretmektedir. Zümer Suresi'nin 17. ayetinde ise tağuta
kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler
için bir müjde olduğu haber verilmektedir.
Yunus Suresi'nin, 2. ayetinde ise
Allah elçisine, "… İman edenlere Rableri
Katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" diye
vahyetmektedir. Cennetle müjdelenen müminlerin ayetlerde
belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların
Allah'a karşı son derece samimi, acizliklerinin bilincinde,
Kuran'a ve elçiye itaat eden, Allah'tan korkan ihlaslı
kimseler olduklarını görmekteyiz.
Allah'ın Vaadi
Mümin olarak huzuruna gelecekler
için Allah içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetleri
vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi
kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir
bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla
kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim
ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete
kabul edileceklerini umarlar. Bir ayette şöyle buyrulur:
Adn cennetleri (onlarındır)
ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan
vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir.
(Meryem Suresi, 61)
Allah'ın kendilerine cenneti vaat
etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya
sürükler. Onlar, Allah'ın salih kulları için cenneti
istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler.
Allah'ın kullarına cenneti vaat etmesiyle ilgili bir
başka ayet şöyledir:
Şimdi kendisine güzel
bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi,
dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra
kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan
kişi gibi midir? (Kasas Suresi, 61)
Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı
gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak
için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti
vaat etmişse, bunlar Allah'ın izniyle sonsuz nimetlere
kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde
bu durumu ifade edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
(Onlar da) Dediler
ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere
mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz
yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların
ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş
olan ve Allah'ın kendilerine cenneti vaat ettiği müminler,
yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır.
En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı
boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği
ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer,
"kalınacak yerlerin en hayırlısı" ve "Allah Katındaki
asıl varılacak güzel yer" olan cennettir. Bu kusursuz
mekan müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak
üzere kapıları açılmıştır.
Müminlerin cennete girişleriyle ilgili
bir ayette bu eşsiz manzara şöyle tarif edilir:
Onlar Adn cennetlerine
girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından
salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine
girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle
derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya)
Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
Onlar cennette "esenlik dileği
ve selamla" (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve
"oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir.
(Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece
müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış
bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.
|
|